top of page

GENEL SEBEPLERE DAYANARAK AÇILAN BOŞANMA DAVASI


EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI


TMK md.166 uyarınca, evlilik birliğinin, artık eşlerden ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmış olması halinde eşlerin boşanma davası açabileceği belirtilmiştir. Bu bakımdan, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılması için, evliliğin ruhunun sönmüş[1], tarafların artık evliliği devam ettirmek gibi bir irade ve isteklerinin olmaması gerekmektedir. Bu şart ise taraflar arasındaki geçimsizliğin ciddi ve şiddetli olması ile gerçekleşmektedir.[2] Bunun takdiri olaydan olaya değişik göstermekte, Yargıtay tarafından içtihat ile kavramın içi doldurulmaktadır. İşte evliliğin bu temelinden sarsılmış olma hali, eşlerden biri ya da her ikisi için de, evliliği çekilmez kılmakta, ortak hayatın devamını eşler için imkânsız hale getirmekte ise taraflar boşanabileceklerdir.

Bu genel nedene dayanılarak bir boşanma davası açılabilmesi için, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, ortak hayatın çekilmez hale gelmiş olması ve boşanma davasını açan eşin, diğer eşten daha kusurlu olmaması gerekmektedir. Şayet davalının kusuru daha hafif ya da davalı kusursuz ise, bunu ispatladığı takdirde davanın reddedilmesi gerekecektir.[3]

ANLAŞMALI BOŞANMA


Kanunun aradığı bazı şartların gerçekleşmesi halinde, eşlerin anlaşarak ya da birinin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi halinde de hâkimin boşanmaya karar vermesi gerekmektedir. Bu durumu düzenleyen TMK md. 166/III’e göre, “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır.”


Maddeden anlaşılacağı üzere, hâkimin anlaşmalı boşanmaya karar verebilmesi için,


Ø Evliliğin en az 1 yıl sürmüş olması,

Ø Eşlerin birlikte başvurması ya da birinin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi,

Ø Hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin sıhhatli olduğuna kanaat getirmesi,

Ø Boşanmanın mali sonuçları ile varsa çocukların durumu hakkında, taraflar arasında düzenlenecek anlaşmayı uygun bulması


Olmak üzere, 4 adet şartın yerine getirilmesi gerekmektedir. Özellikle son şart olan anlaşmalı boşanma protokolünün uygun bulunması hususunda, çokça eksik düzenlemeler yapılmakta, boşanma davası protokolün hukuka uygun olmaması, mal paylaşımı, müşterek çocukların velayeti, nafaka gibi konularda yapılan düzenlemelerin uygun bulunmaması sebebi ile süreç uzamakta, eşler birden fazla kez Mahkemeye gelmek durumunda kalabilmektedir. Bu açıdan anlaşmalı boşanma konusunda uzmanlaşmış bir avukat ile çalışmak son derece önemli hale gelmektedir.

ORTAK HAYATIN YENİDEN TESİS EDİLEMEMESİ

Bu sebebe dayanılarak tarafların boşanabilmeleri için, önceden herhangi bir nedenle açılmış bir boşanma davası bulunması ve bu davanın reddedilmiş olması gerekmektedir. Bu boşanma sebebini düzenleyen TMK md. 166/IV’e göre, “Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”


Buna göre, bu fıkraya dayanılarak tarafların boşanabilmeleri için madde,


Ø Daha önce bir boşanma davası açılmış ve bu davanın reddine karar verilmiş olması

Ø Verilen ret kararının kesinleşmiş olması,

Ø Kararın kesinleşme tarihi üzerinden 3 yıl geçmiş olması,

Ø Bu süreçte ortak hayatın yeniden kurulamamış olması,

Ø Taraflardan birinin istemi


Olmak üzere 5 şart aramaktadır. Bu üç yıllık süre içerisinde, eşler sürekli biçimde bir ortak hayat kurabilmiş ise, bu hükme dayanılarak boşanma talep edemeyeceklerdir.


GENEL BOŞANMA SEBEPLERİ İLE İLGİLİ YARGITAY KARARLARI


1) Anlaşmalı boşanma Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesinde düzenlenmiş olup, evlililiğin en az 1 yıl sürmüş olması, tarafların boşanma ve boşanmanın ferileri olan velayet, nafaka (TMK 169-175) ve maddi ve manevi tazminat (TMK. 174/1-2) hususunda anlaşması ve bu anlaşmanın hakim tarafından kabul edilmesi zorunlu unsurlarını barındırır.


Taraflar anlaşmalı boşanma mutabakatında boşanmanın feri unsurları yanında ihtiyari olarak, ziynet ve ev eşyalarının paylaşımı, aralarındaki mal rejiminin tasfiyesi gibi hususlarda anlaşabilecekleri gibi, mal rejiminin tasfiyesi kapsamında yahut bundan bağımsız olarak bir kısım gayrimenkulün yahut sicile kayıtlı olan menkullerin tescili, menkullerin teslimi, bir miktar paranın ödenmesi, hisse devri ve bunun gibi birçok hususu anlaşma boşanma protokolüne derç edebilirler. Anlaşmalı boşanma hükmünün kesinleşmesi ile birlikte boşanmanın feri niteliğinde olup olmadığına bakılmaksızın taraflara boşanma protokolünde yüklenilen edimler artık boşanmanın ayrılmaz bir parçası haline gelir. Boşanma protokolünde taraflara yüklenen edimlerin sebebi de tarafların iradeleri gereği münhasıran boşanma hükmüne bağlıdır. Bu sebeple boşanma protokolünden kaynaklanan edimlerin yerine getirilmesi aşamasında ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, boşanma protokolünde yazılı olan hususların özel hukuk sözleşmeleri gibi yorumlanması olanağı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi kapsamında yer alan protokolde taraflardan birinin edimini yerine getirememesi veya getirmemesi, boşanma kararının dayanağı olan protokolün geçersizliği ile diğer tarafın edimlerinin iptalini isteme hakkını vermez. Bu husus gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir.

(2. Hukuk Dairesi 2020/1714 E. , 2020/5488 K.)


2) Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 305. maddesinin 1. fıkrası “Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Taraflarca imzalanan ve duruşmada da tekrar edilen protokolde Varlık No.l’ de kayıtlı mülk satıldığında 200.000 TL’nin ödeneceğinin kararlaştırıldığı oysa hükme mülkün satılması koşulunun yazılmadığı diğer taraftan da hükümde protokolün aynen onaylanmasına karar verildiği, tarafların iradelerinin de Varlık No:1'de kayıtlı mülk satıldığında davalının davacıya 200.000 TL ödeyeceği yönünde olduğu anlaşılmaktadır. O halde davalının davacıya ödeyeceği 200.000 TL'ye ilişkin kısmın tarafların iradelerine aykırı olarak maddi hata nedeni ile eksik olarak hükme geçirildiği görülmektedir. Bu durumda mahkemece davalının tavzih talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki ilk inceleme sırasında bu husus gözden kaçırılarak hükmün onanmasına karar verildiğinden davalının karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemizin 28.11.2018 tarih, 2018/2365 esas ve 2018/13619 karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, hükmün yukarıda açıklanan sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

(2. Hukuk Dairesi 2019/2637 E. , 2019/11107 K.)


3) Dosya kapsamına göre davacı-karşı davalı erkeğin eşine hakaret ettiği sabit olmasına karşın ilk derece mahkemelerinin de kabulünde olduğu üzere hakaret eyleminden sonra tarafların evlilik birliğinin iki ay daha sürdüğü, böylelikle de hakaret eyleminin affedildiği, en azından hoşgörü ile karşılandığı, bu nedenle hakaret vakıasının erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği, davacı-karşı davalı erkeğin de başkaca bir kusurlu davranışının ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davalı-karşı davacı kadının davasının da reddi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir.

(2. Hukuk Dairesi 2020/3063 E. , 2020/6408 K.)


4) İlk derece mahkemesi kararına karşı, davacı-davalı kadın tarafından erkeğin davasının kabulü, kusur belirlemesi, aleyhine hükmedilen maddi tazminat ve reddedilen fer’i talepleri yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve bölge adliye mahkemesi kararında, kadının eşi ve onun yakınlarına soğuk-ilgisiz davrandığı, evlilikten pişmanlığını dile getirdiği, not bırakarak evden ayrıldığı, evlilik birliğini sürdürmek istemediği ve evlilik birliği sorumluluklarını yerine getirmediği, erkeğin kusurunun bulunmadığı ancak erkek tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmadığı için kusur oranının kesinleştiği belirtilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı sadece davacı-davalı kadın tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğundan, ilk derece mahkemesince erkeğe kusur olarak yüklenen “evlilikten pişmanlığını dile getirdiği, ailesinin kadının yakınlarına karşı olan ağır sözlerine tepki vermediği ve kadının eşyalarını götürmesine tepki vermeyip kendisinin de evliliğin sona ermesini istediği” kusurlu davranışları kesinleşmiştir. Öte yandan, sadece kadın tarafından istinaf kanun yoluna başvurulduğu halde, ilk derece mahkemesince kadına kusur olarak yüklenmemiş olan “evlilik sorumluluklarını yerine getirmeme” kusurlu davranışlarının bölge adliye mahkemesince kadına kusur olarak yüklenmesi doğru olmamıştır.


Bu durumda, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışlarına göre; evlilikten pişmanlığını dile getiren, ailesinin kadının yakınlarına karşı olan ağır sözlerine tepki vermeyen ve kadının eşyalarını götürmesine tepki vermeyip kendisi de evliliğin sona ermesini isteyen erkek ile eşi ve onun yakınlarına soğuk ve ilgisiz davranan, evlilikten pişmanlığını dile getiren, not bırakarak evden ayrılan ve evlilik birliğini sürdürmek istemeyen kadın eşit kusurludur. Bu itibarla, kadının ağır kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir.


Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere, tarafların boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit derecede kusurlu oldukları anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu maddi ve manevi tazminata hükmedilebilmesi için tazminat yükümlüsünün kusurlu, tazminat talep eden eşin ise kusursuz veya diğerine göre daha az kusurlu olması gerekir(TMK m. 174). Bölge adliye mahkemesince davacı-davalı kadının davalı- davacı erkeğe nazaran ağır kusurlu olduğunun kabulü ve bu hatalı kusur belirlemesine göre erkek yararına maddi tazminata hükmedilmesi isabetsiz olmuş ve bozmayı gerektirmiştir.


Boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz nafaka isteyebilir (TMK m. 175/1). Taraflar boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit kusurlu olup, daha fazla kusurlu olmayan ve kendisini yoksulluktan kurtaracak düzenli ve sürekli geliri bulunmayan kadının yoksulluk nafakası talebinin reddi doğru bulunmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir.

(2. Hukuk Dairesi 2020/4311 E. , 2020/5711 K.)


5) Türk Medeni Kanununun 166/4. maddesine göre, boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanma kararı verilir. Ret kararının kesinleşmesinden başlayarak geçen üç yıl zarfında ortak hayatın yeniden kurulmuş olduğunun kabul edilebilmesi için, tarafların bu amaçla bir araya gelmiş ve birlikte yaşamış olmaları, evlilik birliğinin amacına uygun olarak tesis edilmiş olması, bu hususların delillerle ispatlanmış bulunması gerekir.

(…)

Dosyanın tetkikinden tarafların farklı şehirlerde ayrı yerleşim yerlerinin bulunduğu ve kadının ailesinin yardımı ile geçimini sağlayarak çocuğu ile yaşadığı anlaşılmış olup, davacı erkeğin ortak çocuğu görmek için kadının konutuna gitmesi ve eşlerin evlilik birliğini devam ettirmek amacı taşımadan bir araya gelmeleri dava açma hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Bu itibarla, davalı kadın tarafından evlilik birliğinin tesisi amacıyla bir araya gelinerek ortak yaşamın kurulduğu iddiası ispatlanamamıştır. Bu durumda, davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın bozulmasını gerektirmiştir.

(2. Hukuk Dairesi 2020/4008 E. , 2020/5188 K.)



[1] AKINTÜRK, Turgut; KARAMAN, Derya Ateş. Türk Medenî Hukuku, Aile Hukuku, II. Cilt, İstanbul: Beta Basım Yayın Dağıtım, 2015, s. 261 [2] ibid [3] ibid, s.266

bottom of page